Türk takımları yıllardır transfer özürlüsüdür, buraya küçük yaşta gelip de Manchester United’a, Bayern’e falan giden adam yoktur (%99 böyle olur, Ribéry’yi saymadım Galatasaray’a bi faydası olmadı). Buraya gelip istikrarlı bir 3-4 sezon geçirip akabinde para kazandırarak giden yabancı futbolcu da yoktur (%95 böyle olur). Altyapı deseniz zaten kısır, en iyi altyapı denilen Galatasaray’ınkinden çıkanlar da Aydın Yılmaz, Cafercan Aksu falan işte. Yetenek konusunda sıkıntı pek yok da sorun mental. Öyle olmasa genç milli takımlarda 98 kez oynamış Cafercan bugün Boluspor’da 0 kez maça çıkmış biri durumunda olmazdı, Aydın Yılmaz beklenen patlamayı Galatasaray’ın elinde yapmazdı, Emre Belözoğlu da bu kadar liseli davranmazdı, neyse. Konu altyapı değil şimdi.
Türk takımlarının transfer politikalarını mantıklı bulan çok az kişi vardır sanırım. Ligde kalma mücadelesi verenler 20-25 adam toplar takımın dengelerini taramalıyla tarar adeta. Zirvedekiler zaten Football Manager oynuyor gibidirler, alakalı alakasız pek çok transfer yaparlar ve futbolcudan verim alınamadığı gibi yok tazminatını öde, yok kulüp bulama kontenjanı işgal ettir, yok ona küçük sürprizler yap derken baya bi sorunla karşılaşılır %90. Ama son yıllarda ben daha bi başka saçma buluyorum bu transfer politikalarını. Özellikle Galatasaray…
2010 yılında sezon sonu sinyaller verilmeye başlanmıştı, Haziran ayında Serdar Özkan, Ali Turan, Mehmet Batdal falan alınıp sonra 2 ay aval aval bakılmıştı. Dünya Kupası’nda hatırı sayılır piyasa oluşturan Elano’yu satma fırsatı kaçırılmış, çok küçük bir kâr için Keita satılmıştı, gerçi ahlâk olarak Galatasaray’a uygun değildi o da var (!). Son güne kadar beklenip Misimovic ve Insua son gün getirilebilmişti, sonrasında bu transferlerin kaderini biliyor herkes zaten.
2011’e gelindiğindeyse devre arası Beşiktaş’ın Portekiz çetesi kurmasına biraz benzer bir şey yapılmış (aslında 2003-2004 gibi izlenen politikanın yeniden izlenmesi de diyebiliriz), Romanya’da ne kadar biraz sivri adam varsa takıma doldurulmuştu. Stancu az çok takımda oynayabilecek kapasitedeydi, gol de attı ama asla yeterince iyi olmadı. Culio iyi niyetliydi, mücadele etti, ama o da kabiliyet eksikliğinden kaybetti. Zapata’yı ise hiç konuşmadan özetleyeyim:

Türkiye’den gelenlere gelecek olursak, birkaç ay önce Galatasaray’ımıza yakışmayan hareketler yaptı diye Keita’yı göndermişken kelepçe muhabbetini liseli ağızlara pelesenk eden Kâzım en ön plana çıkanıydı. Yekta büyük umutlarla alındı, gelişme gösterebilecek, rotasyona her türlü katkıda bulunabilecek bir futbolcu olarak düşünüldü, geçen sezon transfer olup da hâlâ takımda kalabilenlerdendir, şanssızlıklar yaşamasaydı her şey daha farklı olabilirdi onun için. Sadece şu bile onun ihtiyacımız olan tipte futbolculardan olduğunu gösterir, bu takımın başına ne geldiyse ruhsuzluktan, boşvermişlikten gelmemiş miydi?
Neyse en nihayetinde o iğrenç sezon da bitti, şimdi yeni yönetim, yeni transfer umutları vardı ufukta. Tam da böyle bir ortamda, 16 Haziran günü aniden gündeme gelen “Forlan, Reyes, Ujfalusi Galatasaray’da!!!11!” haberleri ile lan acaba dedirtti insana. Bunların üçü de daha geçen sene UEFA Avrupa Ligi’nde şampiyon olmuş kadrodandı, tecrübesi ve yeteneği üst düzey isimlerdi. Ujfalusi geldi, yıllık bilmem kaç euro + Gillette Mach 3 Sensitive + yol yemek sgk falan gibi maddeler var sözleşmesinde işte. Reyes geliyor gelecek dendi o kulübünde kaldı, Forlan ise aşk üçgeninin tepe noktasında kalmış bir genç kız gibiydi. Atlético Madrid’de mutluyum kalıyorum dedi önce, sonra Falcao falan gelince çark etti birden, oluyor mu dedik, lan acaba mı dedik, bak oluyor işte dedik, son gün nasıl oldu bilmiyorum Inter’le sözleşme imzalamış kendisi sonra. İnşallah kariyerindeki ödüllere altın bidonu da ekler.
Ve o yaz Galatasaray şöyle ilginç bir şeye de başladı; önce büyük futbolcu ismini ortaya attı, sonra noluyo olm dedirtecek transferler yapıldı. Önce Muslera ismi ortaya atılıp Lauro Junior Batista Cruz adlı bir kaleciyle anlaşıldı dendi, transfere tepki amaçlı açılan http://www.wedontwantyoulauro.com/ hâlâ aktiftir. Neyse ki hatadan çabuk dönüldü de son yıllarda kaledeki sıkıntıya nihayet ilaç olan bir kaleci kazandık.
Forlan-Reyes-Ujfalusi üçlüsünün de sonradan Ujfalusi-Riera-Sercan üçlüsüne dönüştüğünü gördük, bir Lauro tepkisi görmedi ama Forlan-Reyes beklerken Riera-Sercan bulmak biraz hayal kırıklığı oluşturmuştur. Nitekim Sercan bugün hâlâ “lan Manchester United nasıl istemiş olm bunu” dedirtiyor. Tamam koşuyor falan filan da, madem koşacak adam lazım Forrest Gump’ı transfer edeydik. Sadece koşmakla olmuyor bu işler.
Riera da vatanına ihanet etmek istemedi, Türkiye’ye gelen her İspanyol’un yaptığını yapıyor, o yönden takdir bile edilmeli diye düşünüyorum. Neyse ciddi yorumlayacak olursam: 2012’ye girince bi haller oldu kendisine, takıma nihayet biraz uyum sağlamış görünüyor, lakin eski Riera değil kesinliikle ve bence şu saatten sonra da biraz zor o iş. He olsa bile ülke insanına yaranacağını sanmam çünkü istatistik adamı değil sistem adamıdır.
Sezon başı transferinde bu 2 gereksiz sayılabilecek transfer dışındaki herkes çok iyi. Elmander golcü değil denmesine rağmen 8 tane yazmış durumda, Eboué’nin yokluğunda takım kazanamamalara başladı yine, Muslera yıllardır aranan kan, Felipe Melo zaten efsane olma yolunda ilerliyor, futboluyla olsun karakteriyle olsun, bonservisi alınırsa yıllar sonra bile ismi iyi hatırlanan futbolcularımızdan olacak. Zaten 7 Aralık 2011’de de ne kadar Galatasaraylı olduğunu tescillemişti kendisi.
Neyse, bu transfer döneminde yeni bi uygulamaya başladı Galatasaray: Maç yaptığın takımdan 1 oyuncuyu bağla. Amrabat’tan bahsetmiyorum, Amrabat muhabbeti Kayseri maçından sonra olmuştu. Yiğit Gökoğlan, Necati Ateş… Bunlar işte. Bu transfer döneminde takıma katılan topçular olurlar kendileri, biri Manisa maçından diğeri Antalya maçından hemen önce takıma katılmışlardır. Bu ikisi hakkında çok fazla yorum yapmak istemiyorum daha yeni geldiler. Yiğit daha 2-3 maç oynamasına rağmen yeni Aydın Yılmaz yakıştırması yapılmış kendisine, olm bi durun sakin olun, bu takıma genç diye veya ucuz diye kimlerin gelip geçtiğini bir hatırlayın isterseniz. Bir Aydın’dan iyidir ve Kâzım’dan da iyi olacaktır diye düşünüyorum.
Necati’ye gelince, o da bence Sercan’dan kötü olamaz. Hocayı takımı tanıması açısından iyidir bile diyebilirdim, ben bu adam kadar underrated bir futbolcu tanımıyorum Türk futbolunda. Sezon sonu Antalya’ya Aydın veya muadili bir futbolcu (olm Aydın’ın muadili mi var alanında tek o) verilecekmiş, o da var üstelik, tüm bunlar bunun çok iyi bir hamle olduğunu düşündürse de iyi demeyeceğim. İyi transfer derdim ama demeyeceğim.
Sebebini az yukarıda yazdım. “Şu gelecek bu gelecek” denip de sonra çok kel alaka bir isimle anlaşılması uygulaması. Tamamen gereksiz yere beklentiye sokuluyor taraftar, sonrasında ne alaka lan dedirtecek bir isim borsaya bildiriliyor (bu borsaya bildirmeler ne ara haber değeri kazandı onu da anlamış değilim, bir de görüşmelere başlanması bildirilir oldu şimdi). Hani Shaqiri lan? Hani Amrabat? Hani Reyes, hani Forlan? Hadi Amrabat’ı hariç tutalım, gelişen olaylar malum… Ortalık ayağa kalktı bu transferler için, sonuç? Şimdi Shaqiri beklerken Necati bulmak, Twitter trend topic şeysiyle söyleyecek olursak #CarsidanAldimShaqiriEveGeldimNecati durumuyla karşılaşmak bu transferi ister istemez biraz gereksizmiş gibi karşılamamıza neden oluyor.
Galatasaray’da uzun bir aradan sonra ilk kez işler bu kadar yolunda giderken şu politikadan bi vazgeçilse ne güzel olacak.
Bu politikayı eleştirmek için başlayıp baya yazdım yine, neyse görüşmek üzere öpt aeo sçs kib :)))9)